Ara 16, 2016 | Yazı içeriği
EY Türkiye Girişimci Kadın Liderler Programı, işlerini büyütme hedefi, tutkusu ve potansiyeli olan kadın girişimcilere ulaşarak onların hedeflerini gerçekleştirmelerine yardım edecek etkili bir liderlik programıdır. Bu bir yıllık program, işletmelerinin operasyonlarını aşağıdaki kazanımlarla büyüterek uluslararası pazarlarda etkin faaliyet göstermeye hazır, alanında lider olmak isteyen kadın girişimciler için tasarlanmıştır:
- Güncel sektör haberleri, araştırmalar, işletme stratejileri ve uygulamaları hakkında bilgi alışverişi ile bilgi birikimlerini artırmak
- Potansiyel ortaklıkları, stratejik işbirliklerini, yeni müşteri ve tedarikçileri ve muhtemel sermaye kaynaklarını tespit etmek
- Birebir mentörlük desteği almak
- Üst düzey danışmanlar ve tanınmış girişimcilerle diyaloglar kurarak liderlik, yöneticilik ve işletme becerilerini geliştirmek
- Kendileri ve şirketlerinin kurumsal yöneticiler, yatırımcılar ve medya karşısındaki görünürlüğünü artırmak
Başvuru Kriterleri ve Seçim Süreci
Bu ayrıcalıklı fırsattan yararlanmak isteyen adayların ve şirketlerinin aşağıdaki kriterleri sağlamaları gerekiyor.
Şirketin,
- Son iki yılda en az yıllık 1 milyon TL cirosu olması
- Merkezinin Türkiye’de olması,
- En az 3 yıldır faaliyet göstermesi
Kadın girişimcinin,
- En az %25 hissedar olması ve yönetimsel olarak ana karar vericilerden birisi olması
- İşini büyütmeyi hedeflemesi ve istemesi
- Program dahilinde 15 – 16 Mart 2017 tarihinde düzenlenecek Oryantasyon Konferansı ve yıl içinde gerçekleştirilecek diğer eğitim ve geliştirme etkinliklerine katılmayı taahhüt etmesi
Yukarıdaki kriterleri ve özellikleri sağlayan adayların başvuruları değerlendirilerek, 4 Ocak 2017 tarihine kadar EY Türkiye Girişimci Kadın Liderler Programı 2017 Dönemi’nde yer alacak 10 kadın girişimci belirlenecek.
Bugüne kadar dünyanın diğer bölgelerinde düzenlenen programlar dahilinde elde edilen sonuçlar, EY Girişimci Kadın Liderler Programı’nın, girişimciler için hızlı bir büyüme sağladığını göstermektedir. Babson College Kadın Girişimci Liderliği Merkezi tarafından düzenlenen bağımsız bir etki değerlendirme araştırmasına göre:
- Programa Kuzey Amerika’dan katılan şirketlerin 2013 yılı toplam cirosu, programa katılmadan önceki yıllara göre %63 artış göstermiştir.
- Katılımcılar yıllık ortalama %20 civarında ciro artışı sağlamışlar; bununla beraber, programa katılmalarının ikinci yılında şirketlerinin büyümeleri %50’ye ulaşmıştır.
- Katılımcılar aynı zamanda bir girişimci olarak kendilerine güvenlerinde, büyüme hedeflerinde, iş çevrelerinde ve bu çevrelerindeki görünürlüklerinde artış gördüklerini ifade etmişlerdir.
Ara 14, 2016 | Yazı içeriği
Kaynak: www.gidahatti.com
Süt ve süt ürünleri sektöründe Türkiye’nin lider markalarından olan Sütaş’ın “Geleceği Düşünmemiz Çok Doğal” konseptiyle hazırladığı Sürdürülebilirlik Raporu, dünya çapında prestije sahip ‘LACP Vizyon Ödülleri’nde ‘Tüketici Ürünleri’ sektöründe en büyük ödül olan ‘Platin’i aldı.
Sütaş’ın sürdürülebilirlik faaliyetlerini ve 2020 sürdürülebilirlik hedeflerini içeren “Sütaş 2015 Sürdürülebilirlik Raporu”, dünyanın en itibarlı halkla ilişkiler platformlarından, San-Diego merkezli LACP (League of American Communications Professionals – Amerikan İletişim Profesyonelleri Ligi) tarafından her yıl düzenlenen yarışmada, kendi kategorilerinde “Dünyanın En İyileri”ne verilen büyük ödül “Platin”in sahibi oldu.
Sütaş, bu ödülü, 20’den fazla ülkeden bini aşkın raporun değerlendirildiği LACP 2015 Vizyon Ödülleri kapsamında global markaları geride bırakarak “Sürdürülebilirlik Raporu” kategorisi altında “Tüketici Ürünleri” sektöründe kazandı.
Sütaş, sürdürülebilirlik hedeflerinde iddialı
Sürdürülebilirlik raporuyla Türkiye’yi uluslararası seçkin ödül platformlarında zirvede temsil etmekten gurur duyduklarını belirten Sütaş Yönetim Kurulu Üyesi ve Sürdürülebilirlik Komitesi Başkanı Duygu Yılmaz şunları söyledi:
“Sütaş’ta sürdürülebilirliği, ekonomik, çevresel, sosyal ve kurumsal yönetim boyutlarıyla 41 yıldır işimizin doğal bir parçası olarak görüyoruz. Türkiye’de ilk ve tek olan ‘Çiftlikten Sofralara’ entegre iş modelimizin gereği olarak, yatırım yaptığımız her bölgede üreticilerimizin sürekli eğitiminden damızlık ihtiyaçlarının karşılanmasına, nitelikli yem üretiminden ineklerimizin refahı ve beslenmesine, elektrikten buhara tüm enerji ihtiyacımızın gübre ve atıklarımızdan üretilmesine, ürünlerimizin güvenirliğinden ve doğallığından ülkemizin gıda güvenliğine kadar her konuda sektörümüze örnek uygulamaları hayata geçiriyoruz.
LACP’nin değerlendirmesinde ‘Dünyanın En İyisi’ seçilmemiz, dünyanın sürdürülebilirlik konusunda sahip olduğu ‘vrensel anlayış ve hedeflerle aynı yolda olduğumuzu bize bir kez daha kanıtladı. “Sütün iyiliğini ve bereketini yaymak’ olarak tanımladığımız misyonumuzla şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da gelecek kuşakların iyiliğini düşünerek çalışmaya devam edeceğiz.”
Ara 14, 2016 | Yazı içeriği
Kaynak: TRT Haber
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından Türkiye’deki küçük ölçekli sürdürülebilir enerji projeleri için 400 milyon avro hacminde yeni bir finansman paketinin açıklanacağı bildirildi.
Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasından (EBRD) Türkiye’deki küçük ölçekli sürdürülebilir enerji projeleri için 400 milyon avro hacminde yeni bir finansman paketinin açıklanacağı bildirildi.
Bankadan yapılan açıklamada, 7 Aralık tarihinde Türkiye Sürdürülebilir Enerji Finansman Programı’nın (TurSEFF) üçüncü aşamasının İstanbul’da düzenlenecek bir toplantıyla duyurulacağı belirtilerek, program kapsamında Türkiye’deki küçük ölçekli yenilebilir enerji ve kaynak verimliliği projeleri için 400 milyon avro değerindeki yeni bir finans paketinin söz konusu olduğu kaydedildi.
Açıklamada, “Yeni fonlar, bankanın Türkiye Sürdürülebilir Enerji Finansman Programı yönetiminde sağlanmakta olan kredinin genişletilmesine yönelik olarak, kaynak verimliliğini artırmak isteyen özel şirketleri de kapsayacak özel bir finansman programını hedeflemektedir.” ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, 2010 yılında TurSEFF’in başlatılmasından bu yana EBRD’nin ortak 5 banka aracılığıyla 860’dan fazla projeye 450 milyon avronun üzerinde kredi sağladığı da vurgulandı.
Ara 14, 2016 | Yazı içeriği
Kaynak: Birgün Gazetesi, Prof. Dr. Tayfun Özkaya – Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Küba, tarım alanında sorunlar yaşamakla beraber, ambargolarla ABD tarafından sıkıştırılmış olmasına karşın 1990’lardaki bir kriz ortamından bugüne önemli bir tarımsal başarı üretebilmiştir. Komşu ülke olan Haiti’de açlık, sefalet diz boyu iken Küba’da hiç kimsenin aç olmaması dikkate alınmalıdır. Türkiye gibi endüstriyel tarıma saplanmış ülkeler Küba tarım deneyimlerinden yararlanmalı.
Küba’da 1959’deki devrimin başındaki isim Fidel Castro bugün son yolculuğuna çıkıyor. Fidel Castro’nun arkasında bıraktığı ülke farklı tartışmalarla gündeme geliyor. Devrimin ülkesi Küba’nın önemli başarılarından biri tarımdan bugün bahsetmemek olmaz.
Havana’nın doğusunda kentten epeyce uzak modern bir işçi banliyösü olarak kurulmuş olan Alamar’da Vivero Alamar adlı organik çiftlik kooperatif olarak yönetiliyor. Ağır yükleri taşımak için kullanılan küçük bir bahçe traktörünün dışında her şey el emeği ile yapılmakta. Bu anlamda sera gazı salınımı çiftlikte sıfıra yakın. Çalışanların tümünün yönetimde ağırlığı var. Üç yıl önce Küba’nın tarımsal dönüşümünü yerinde görmek için düzenlenmiş bir gezide burada da bulunmuştuk. Öğle yemeği menüsü yemekhanenin önüne asılmış. Oldukça zengin liste, nerede ise bizi de içeri girmeye itiyor. 1989-1991 aralığında Sovyetler Birliğinin çöküşü arkasından, aynı SSCB gibi endüstriyel tarımı izleyen Küba tarım sistemi çöktüğünde Alamar da çok kötü etkilenmişti.
Endüstriyel tarım dediğimizde sentetik tarım ilaçları (zehir demek daha doğru), kimyasal gübreler, şirket tohumları (yerel olmayan tohumlar), yoğun su ve ağır tarımsal makineler kullanan tarım sistemini kastediyoruz. Alamar’da yaşayıp Havana’da çalışan işçiler petrol ithalatı durma noktasına gelince saatlerce otobüs beklemek zorunda kalmışlardı. Bisiklet çare gibi düşünüldüyse de Havana o kadar uzaktı ki bu kadar yol bisikletle alınamazdı. Zaten gıda eksikliği çok yüksek düzeyde olduğundan kimsede enerji kalmamıştı.
Bu durumda tarım teknisyeni Miguel Salcines Alamar’da bir kenarı konutlara dayanan bir arazinin kullanım haklarının kendilerine verilmesini istedi. Kooperatifin katılımcıları kısa sürede beşten 147’ye yükseldi. Alamar’daki çalışanlar ulaşım, zaman kaybı, açlık gibi sorunlarla uğraşmaktansa bu kooperatif çiftlikte çalışmayı yeğlediler. Tamamen ekolojik bir tarım yapılıyor. Çiftlik kâğıt üzerinde değil, gerçekten çalışanların yönetiminde.
Kentsel tarımın yolu
Küba’da 1990 öncesi aynen Sovyetler Birliği ve diğer COMECON (Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi) üyeleri gibi kimyasal tarım ilaçları, kimyasal gübre ve petrol kullanan makinelere dayanan endüstriyel bir tarım yapılıyordu. Daha çok şeker üreterek bu ülkelere satan Küba karşılığında her türlü tarım kimyasallarını (ilaç ve gübre), petrolü ve bazı gıda maddelerini ithal ediyordu. Sovyet Bloğunun 1990’larda çöküşü ile Küba ihracat pazarlarının ve ekonomik desteğinin yüzde 85’ini nerede ise bir günde kaybetti. Tarım girdileri ithal edilemez olunca üretim hızla düştü. Küba’nın ABD tarafından uygulanan bir ambargo içinde olduğunu da hatırlayalım. Bu açlığa yol açtı. Gezimizde bize yetersiz gıda tüketimine bağlı geçici körlükler yaşandığını anlattılar. Krizden önce de endüstriyel tarıma Küba içinden yapılan eleştiriler vardı. 1990 krizinden önce endüstriyel tarımdan duyulan memnuniyetsizliklerin ve ithale dayanan tarım üretiminin ve her an oluşabilecek bir şiddetli bir ABD blokajının ciddi sorunlar yaratacağının sezilerek bazı çabalarda bulunulduğunu biliyoruz. “Küba’da Kent Tarımı” başlıklı Sinan Kunt tarafından yazılan kitap (Yeni İnsan Yayınevi) bu konuda değerli bilgiler sağlamaktadır. Örneğin Sovyetler’in dağılmasından dört yıl önce 1987’de Silahlı Kuvvetler Bahçecilik İşletmesi’nde (HORTIFAR) o zamanlar Savunma Bakanı olan Raul Castro, muz çiftliğinde petrokimyasallar kullanmadan yapılan sebze üretimlerini yerinde izlemiştir. Castro bu üretim yönteminin Küba genelinde yaygınlaştırılmasına yönelik arzusunu ifade etmiştir.
Kentsel tarımın Küba’da daha sonraları yaygınlaştırılmasında bu oldukça önemli olmuştur. 1987’den itibaren silahlı kuvvetler organoponico denilen yükseltilmiş yatakları (bizde tahta deniyor) kendi içinde yaygınlaştırmaya başlamıştır. Diğer bir gelişme de 1987’de Küba Tarım ve Orman Teknik Elemanları Birliğinin (ACTAF) kurulması olmuştur. ACTAF’ın temel hedefi sürdürülebilir ekolojik tarımın desteklenmesi olacaktır. Kısacası kitabın temel argümanlarından birisi de, Küba’daki kentsel tarımın, krizden önceki 30 yıl boyunca, bu ülkede uygulanan eğitim, bilim ve teknoloji alanlarında uygulanan devlet politikaları ve krizden bu yana sağlanan güçlü devlet desteğinin eseri olduğunu göstermektir. (s.24)
Ağır ambargo ile mücadele dönemi
Öncesinde bazı hazırlıklar ve uyanışlar vardır, fakat kriz patlayana kadar bunlar geniş ölçeklerde uygulanmamıştır. ABD’ye çok yakın olması yanında karşılaştığı ambargo, Küba’nın krizden çok ağır etkilemesine yol açmıştır. Bu durumda zaten tarım ilaçları, kimyasal gübreler ve makineler olmaksızın tarım yapmaktan başka çare kalmamıştır. 1991-1995 arası Küba’da “özel dönem” olarak adlandırıldı. ABD bu dönemde gıda ve ilaç ihracını yasaklamak, Küba’da iş yapan yabancı şirketleri ABD yaptırımlarıyla karşılaşması gibi ek uygulamalarla Küba’yı daha da sıkıştırmaya çalıştı.
Devletten kooperatife
Kriz karşısında Küba üçüncü tarım reformu diye adlandırılan bir atılıma başvurdu. Bir kararname ile Tarım ve Şeker Bakanlığı kontrolü altındaki devlet çiftlikleri fesh edilerek “Kooperatif Üretimi Temel Birimleri” (UBPC) denilen daha küçük ve devlet işçilerinin kooperatif üyelerine dönüştüğü bir sisteme geçildi. Bu üyeler liderlerini kendileri seçeceklerdi. Aynı kararnamede küçük ve izole toprak parçaları için de bir ‘özel kullanım yetkisi’ düzenlenmiştir. Bu uygulama ile çiftliklerin doğrudan orada çalışanlarca yönetimi mümkün oldu. Bu durum çalışanların işe yabancılaşmasını önledi ve onların bilgi ve deneyimlerinin daha etkili üretime yansımasına neden oldu.
Sebze kentte üretiliyor
Havana ve diğer kentlerde dolaşırken yer yer kent bahçelerine rastladık. Bunlar kentin taze sebze ihtiyacının karşılanmasında önemli bir katkı sağlamaktadır. Diğer yandan kentli halka bunların ulaştırılması için fosil yakıtların kullanılmamış olması büyük bir avantajdır. Küba’nın 1990’larda karşılaştığı sorunlardan en önemlisi de araçlar için yakıt sağlanmasındaki güçlük olmuştu. Bu problem şu anda bütün dünyanın başındadır. Bize tarım hakkında bilgi veren bir ziraat mühendisi Havana’nın sebze ihtiyacının yüzde 80’inin kent bahçelerinden sağlandığını söyledi. Baklagil, patates, yuca gibi diğer gıdaların çoğu ise kent dışı tarım alanlarından sağlanıyor. Tüm besinlerin ne kadarının kent tarımından sağlandığına dair bir bilgi olmadığını konuşmacı bildirdi. Türkiye’de bazı yazılarda bu konuda yanlış (veya belki de abartmalı) bilgi var. Bize bilgi veren ziraat mühendisi “ben yalan söyleyemem, patates, pirinç organik değil” dedi.
Diğer bir konu da Küba’da GDO ürünler yetiştirilmesi. Brifing veren mühendis bu konudaki sorumuza “ben kesinlikle karşıyım. Bu yanlış bir şey” dedi. Agro-ekoloji konusunda tanınmış araştırmacı M.A. Altieri ve F. Manzote; Montly Rewiew’de (2012, vol. 63) yazdıkları bir yazıda Küba yöneticileri içinde hâlâ endüstriyel tarım, yeşil devrim anlayışına bağlı kişilerin olduğunu, hâlbuki agro ekoloji alanında büyük bir bilgi birikimine ve başarılara sahip olan Küba’nın bu gibi GDO teknolojilerine hiç ihtiyacı olmadığını yazmıştı.
Türkiye örnek almalı
Küba’da tarım alanında sorunlar olmakla beraber, bulunduğu coğrafyada ABD tarafından sıkıştırılmış olmasına rağmen bazı hazırlıklarına ve bilgi birikimine dayanarak 1990’larda bir kriz ortamından bugüne önemli bir tarımsal başarı üretebilmiştir. Komşu ülke olan Haiti’de açlık, sefalet diz boyu iken Küba’da hiç kimsenin aç olmaması dikkate alınmalıdır. Bazen krizler çok yaratıcı çözümlere yol açabiliyor. Türkiye gibi endüstriyel tarıma saplanmış ülkeler Küba tarım deneyimlerinden yararlanmalı.
Ara 14, 2016 | Yazı içeriği
Kaynak: CNN Türk
Tofaş’ta geliştirilip üretilerek Ram markası altında ABD’ye ihraç edilen ProMaster City, Green Car Journal tarafından 2017 yılının ‘Yeşil Ticari Aracı’ seçilerek aynı ödülü üstü üste ikinci kez kazanma başarısını gösterdi.
Bugüne kadar 1.3 milyondan fazla müşterinin tercihi olan Fiat Doblo’nun Ram markalı versiyonu ProMaster City, sınıfının en iyisi birçok fonksiyonel unsuru bünyesinde barındırıyor. Green Car Journal ve CarsOfChange.com editörü ve yayıncısı Ron Cogan, “Ram ProMaster City, sınıfının en iyi yakıt verimliliği, yük taşıma kapasitesi ve yükleme kolaylığının yanında, mükemmel manevra kabiliyetiyle de işletmelerin, tüccarlar ve filoların ihtiyaçlarını karşılıyor.” dedi.
Tofaş’ta geliştirilen ve üretilen Fiat Doblo’nun Ram markalı versiyonu ProMaster City, Amerika’da üst üste ikinci defa çevre ödülü aldı. Ram ProMasterCity, Green Car Journal tarafından, 2016 yılının ardından 2017 yılının da “Yeşil Ticari Aracı” olarak seçilerek aynı zamanda bir ilke imza atıp bu ödülü üst üste kazanan ilk araç olma başarısını gösterdi.
Ödülle ilgili bir açıklama yapan Green Car Journal ve CarsOfChange.com editörü ve yayıncısı Ron Cogan, Ram ProMaster City’nin, ticaretle uğraşan kişiler için çok önemli olan fonksiyonellik ve kolay şehir içi manevra kabiliyetini sağladığını, bunu da etkileyici işletim verimliliği ve çevre üzerinde düşük etkiyle gerçekleştirdiğini belirtti. Cogan, “Ram ProMaster City, sınıfının en iyisi yakıt verimliliği, yük taşıma ve yükleme kolaylığı ve şehirdeki mükemmel manevra kabiliyetiyle işletmelerin, tüccarların ve filoların ihtiyaçlarını karşılıyor. Daha fazla verimlilik daha az yakıt kullanımı, daha düşük işletim maliyetleri ve daha az karbon salınımı anlamına geliyor. Bunlar, daha az çevresel etkiyle çalışmak isteyen ticari işletmeler için önemli özellikler” dedi.
FCA Global Ram Markası Direktörü Mike Manley ise ödülle ilgili olarak; “Ram ProMaster City, verimlilik ve kapasitenin mükemmel birlikteliğini temsil ediyor. Yılın Yeşil Ticari Aracı Ödülünü ikinci kez kazanarak bunu pekiştirdi. ProMaster City, sağlamlık, kapasite ve düşük sahiplik maliyetine sahip Ram ticari ailesinin başarılı bir üyesidir” açıklamasında bulundu.
Nis 4, 2016 | Yazı içeriği
Küresel Biyoekonomi Zirvesi (KBZ), Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’den 8 hafta sonra, Paris’teki BM İklim Konferansı’ndan bir hafta önce, Berlin’de gerçekleştirildi.
BM’de Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin duyurulmasını izledikten sonra, KBZ 2015’de Almanya Biyoekonomi Eşbaşkanı Prof. Joachim von Braun ile birlikte açılış oturumuna eşbaşkanlık yapmak üzere davet edilmenin mutluluğunu yaşadım.
Zirveye Almanya Biyoekonomi Konseyi tarafından davet edilen 82 ülkeden 850 katılımcı, biyoekonominin sürdürülebilir kalkınmaya ve iklim değişikliğiyle savaşa artarak katkıda bulunması hedefi üzerinde uzlaştılar.
KBZ 2015 Almanya Şansöylesi Merkel’in himayelerinde gerçekleşti. Açılış konuşmasında Merkel şu görüşleri dile getirdi: “Dünyada insan sayısı hızla artıyor, oysa dünyanın doğal kaynakları sınırlı. Karşı karşıya kaldığımız en büyük sorun: Hem bugünkü hem de gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılamayı nasıl başarabiliriz? Biyo-temelli ekonomi bize umut veriyor, çünkü gıda güvenliğini korumak, sürdürülebilir enerji ve sanayi üretimini mümkün kılmak için yenilenebilir kaynaklara ve bilimsel bulgulara dayanıyor. Almanya, inovasyonun itici gücü ve sürdürülebilir kalkınmanın anahtarı olarak Biyoekonomi Ulusal Politika Stratejisi’ni yürürülüğe koymuştur. Sürürülebilirlik siyasal gündemin üst sıralarında yer alan ana maddelerinden biri. 2015 önemli uluslararası müzakerelerin gerçekleşirildiği bir yıl. Gene de aşmamız gereken pek çok zorluk var. KBZ biyoekonomiyi işte bu sürece dahil edecek.”
Biyoekonomi Konseyi Eşbaşkanı Joachim von Braun ise şunları belirtti: “İklim değişikliği ve açlık tehlikesi altında, 9 milyar nüfusa doğru ilerleyen bir dünyada biyo-temelli ekonomi insan ve doğa arasında uyumu destekliyor.”
Biyoekonomi, inovasyondan güç alan sürdürülebilir ve yeşil kalkınmada anahtar bir rol oynayacak.
Şimdiden 45 ülke biyoekonomiyi siyasi stratejilerine ekleyip, bilimsel ve siyasal programlar geliştirmeye başladı. Avrupa ve Kuzey Amerika’daki sanayileşmiş ülkeler biyoekonomiyi inovatif biyo-temelli ürünler ve süreçler, yeni pazarlar yaratmak için bir fırsat olarak görüyor. Brezilya gibi büyümekte olan ekonomiler bu alanda yeni sanayi dalları yaratmak için yatırımlar gerçekleştiriyor. Gelişmekte olan ülkeler de bu sayede daha adil uluslararası ticaret ilişkilerine ekonomik açıdan katılma ve teknoloji transferi için işbirlikleri geliştirme şansı yakalayacaklar.
Özetle, Berlin’de 100 uluslararası konuşmacı tarafından çeşitli politikalar sunuldu; 60 somut başarılı uygulama tanıtıldı. OECD, FAO, Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Enerji Ajansı kendi düzenledikleri çalıştaylarla zirveye katıldı.
Küresel Biyoekonomi Zirvesi, karar alıcılar ve önde gelen biyoekonomi uzmanları için bir birlikte çalışma platformu oluşturdu. Eylül 2015’de kabul edilen Sürdürülenbilir Kalkınma Hedefleri doğrultusunda, Zirve biyoekonominin sürdürülebilir kalkınmaya ve yeşil büyümeye katkıda bulunmasını sağlayacak süreci başlatacak çok taraflı bir gündemi hayata geçirmeyi hedef olarak benimsedi.
Zirvenin ana sonuçlarından biri, Uluslararsı Danışma Komitesi’nin kaleme aldığı bildirge oldu.
- C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ndan Genel Müdür Masum Burak’ın da aralarında bulunduğu 15 uzman, sürdürülebilir biyoekonomi için küresel siyaset gündeminin 5 öncelik alanını belirledi.
1) Yenilenebilir kaynaklar kullanmak, gıda güvenliğini sağlamak ve eko sistemleri korumak.
2) Biyoekonominin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne katkılarını ölçülebilir hale getirmek.
3) Ekonomik ve bilimsel işbirliğini teşvik etmek.
4) Eğitim, ortak öğrenme ve diyalogu artırmak.
5) COP21, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve ticaret ile ilgili küresel müzakelerde bir bütün olarak biyoekonominin dikkate alınmasını sağlamak.
Prof. von Braun ile eşbaşkanlığını üstlendiğim açılış oturumunda katılımcılar bu beş öncelik alanının takibinde Biyoekonomi Konseyi’nin rolü üzerinde durdular. Ayrıca rekabetçi ve topluma mal olmuş biyo-temelli ekonomi için ideal ekonomik ve siyasal bir çerçeve koşullarının yaratılması gerektiği ve bir sonraki zirvenin iki yıl içinde gerçekleştirilmesi ifade edildi.