May 23, 2018 | Yazı içeriği
WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu’na göre son 50 yıl içinde karasal türlerin popülasyonlarında yüzde 38, deniz türlerinin popülasyonlarında yüzde 36 azalma yaşandı. Oysa doğru yaklaşımla doğayla uyumlu gelecek kurulabilir.
Uluslararası Biyoçeşitlilik Günü kutlandı. Dünyanın doğal yaşam çeşitliliğinin korunmasını ve geliştirilmesini hedefleyen günde bu konuda farkındalığı artıracak ve toplumsal bilinci yükseltecek etkinlikler düzenleniyor.
Bu yılki etkinlikler Uluslararası Biyoçeşitlilik Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin 25’inci yıldönümü temasıyla gerçekleştirildi. 25 yılda bu alanda başarılanlar ve başarılamayanların dökümü yapılırken, geleceğe ilişkin yol haritası değerlendirildi.
Uluslararası Biyoçeşitlilik Anlaşması 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi’nde 150 ülke tarafından imzalandı. 4 Temmuz 1993’e kadar imzaya açık tutulan anlaşmaya katılan ülke sayısı bu tarih itibarı ile 168’e çıktı. 29 Aralık 1993’de ise Birleşmiş Genel Kurulu’nda görüşülerek yürürlüğe girdi.
Anlaşma özellikle sürdürülebilir kalkınma ve gelişme kavramları üzerine odaklanıyor. Hayvan, bitki, mikroorganizma çeşitliliği ve bunların ekosistemlerinin ötesine geçen anlaşma insanların gıda, güvenlik, barınma, ilaç, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama haklarını da dikkate alarak sürdürülebilirliği daha geniş bir perspektiften ele alıyor.
Türkiye, biyolojik çeşitliliğin korunmasını, sürdürülebilir kullanımını ve genetik kaynakların kullanımından doğan faydaların adil bir şekilde paylaşılmasını amaçlayan bu sözleşmeyi, 14 Mayıs 1997’de onaylayarak taraf ülkeler arasına katıldı.
Uzmanlar anlaşmanın yürürlüğe girmesinden bu yana yeterli ilerlemenin sağlanamadığını, biyoçeşitlilik kaybının devam ettiğini vurguluyor.
Uluslararası Biyoçeşitlilik Günü kutlandı. Dünyanın doğal yaşam çeşitliliğinin korunmasını ve geliştirilmesini hedefleyen günde bu konuda farkındalığı artıracak ve toplumsal bilinci yükseltecek etkinlikler düzenleniyor.
Bu yılki etkinlikler Uluslararası Biyoçeşitlilik Anlaşması’nın yürürlüğe girmesinin 25’inci yıldönümü temasıyla gerçekleştirildi. 25 yılda bu alanda başarılanlar ve başarılamayanların dökümü yapılırken, geleceğe ilişkin yol haritası değerlendirildi.
Uluslararası Biyoçeşitlilik Anlaşması 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi’nde 150 ülke tarafından imzalandı. 4 Temmuz 1993’e kadar imzaya açık tutulan anlaşmaya katılan ülke sayısı bu tarih itibarı ile 168’e çıktı. 29 Aralık 1993’de ise Birleşmiş Genel Kurulu’nda görüşülerek yürürlüğe girdi.
Anlaşma özellikle sürdürülebilir kalkınma ve gelişme kavramları üzerine odaklanıyor. Hayvan, bitki, mikroorganizma çeşitliliği ve bunların ekosistemlerinin ötesine geçen anlaşma insanların gıda, güvenlik, barınma, ilaç, sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşama haklarını da dikkate alarak sürdürülebilirliği daha geniş bir perspektiften ele alıyor.
Türkiye, biyolojik çeşitliliğin korunmasını, sürdürülebilir kullanımını ve genetik kaynakların kullanımından doğan faydaların adil bir şekilde paylaşılmasını amaçlayan bu sözleşmeyi, 14 Mayıs 1997’de onaylayarak taraf ülkeler arasına katıldı.
Uzmanlar anlaşmanın yürürlüğe girmesinden bu yana yeterli ilerlemenin sağlanamadığını, biyoçeşitlilik kaybının devam ettiğini vurguluyor.
Kaynak: Birgün
May 18, 2018 | Yazı içeriği
Philip Morris International Inc. (“PMI”) (NYSE: PM) today published its third Sustainability Report (2017), outlining the concrete steps being taken to fundamentally transform its business by putting smoke-free products at the core of PMI’s sustainability efforts to address wider societal challenges, drive operational excellence, manage its social impact and reduce its environmental footprint. PMI’s commitment and ambition is to replace cigarettes as soon as possible with better alternatives to smoking for the millions of men and women who would otherwise continue to smoke.
In its report, PMI provides a more comprehensive picture of its sustainability activities. With the aim of achieving greater transparency and facilitating the assessment of its progress, PMI has included a fuller set of metrics and data trends. In addition, the company has provided more contextual information on its business and how sustainability is managed, taking into account feedback received on its 2016 report.
Last year, PMI introduced a set of Business Transformation Metrics to track progress against its goal of a smoke-free future. Key 2017 milestones included:
- PMI’s resource allocation continues to shift to smoke-free products, which accounted for 74 percent of global R&D expenditure and 39 percent of global commercial spend.
- Smoke-free products1represented approximately 4.4 percent of PMI’s shipment volume and around 13 percent of net revenues, excluding excise taxes.
- PMI estimates that, by the end of 2017, over 4.7 million adult smokers had stopped smoking cigarettes and made the change to IQOS2(PMI’s main smoke-free product), while approximately 10,000 more consumers are switching every day.
The report also provides an overview of PMI’s wider sustainability efforts to create long-term value, from how it is addressing social and environmentalImpacts to managing the impact of transformation on PMI’s value chain and excelling in how it operates. Key progress in 2017 included:
- More than one-third, 34.4 percent, of the management positions at PMI held by women, showing progress against the company’s goal of reaching 40 percent by 2022.
- PMI’s rollout of Responsible Sourcing Principlesto help identify and manage labor issues in its non-agricultural supply chain.
- Environmental milestones include being recognized for the fourth consecutive year on CDP’s Climate A-List, and for the first time its water programs achieved the CDP Water A-list ranking.3
As for operational excellence, PMI remains focused on securing the integrity of its supply chain through its efforts to tackle illicit trade in tobacco products, while also pushing transparency further by publishing its approach to corporate tax and data privacy, as well as an overview of its Marketing Principles and Principles for Engagement with third parties.
The progress PMI has made is an indication of its sustainability ambitions. PMI is on course with its business transformation, delivering on its CO₂ reduction targets, improving in the area of inclusion and diversity to meet key goals and strengthening the governance of its sustainability management.
The report also highlights how, going forward, reducing the environmental footprint of the smoke-free products’ manufacturing process, promoting crop diversification among tobacco farmers and equipping PMI employees to successfully transform the company are essential.
The report in full is available here on www.PMI.com.
Nis 18, 2018 | Yazı içeriği
Accenture Yönetim Danışmalığı şirketinin yaptığı araştırma, iş yerlerinde cinsiyet eşitliğine ulaşılması ve pozitif bir çalışma ortamı yaratılması için şirketlerin atmaları gereken adımları sıralıyor. Bugün dünyada yönetici pozisyonundaki kadın oranı dörtte birden az. Dahası her üç şirketten birinin üst yönetiminde hiç kadın yok. Kadınların yönetici seviyesine ulaşma ihtimali, erkeklere göre yüzde 22 daha az; erkeklerin üst yönetimde görev alma olasılığı ise kadın meslektaşlarına göre yüzde 47 daha fazla.
Accenture’ın, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 34 ülkede hepsi üniversite mezunu 22 binden fazla çalışanın görüşlerine başvurularak yapılan araştırmadan çıkan sonuç özetle şöyle:
Eğer çalışanların tümü, işyerindeki stratejik değişiklikleri gerçekleştirmeyi taahhüt ederlerse, kadınların ücretlerinde 30 bin doları aşkın bir artış meydana gelebilir. İş liderlerinin ve kurumların gerek kariyerde ilerleme, gerekse ücretlerde cinsiyet uçurumunu kapatma gücü vardır; yeter ki aşağıda yer alan ve kadınların kariyerlerinde yükselme şansını artırdığı istatiksel olarak kanıtlanmış 14 faktörle ilgili olarak harekete geçilsin.
Arjantin’den Çin’e, Brezilya’dan Hindistan’a Suudi Arabistan’dan Japonya’ya, Birleşik Arap Emirlikleri’nden ABD, İngiltere gibi G-7 ülkelerinin tümüne uzanan araştırmada, aslında işyerinde cinsiyet eşitliğine giden yolda uygulanacak 40 faktör var. Ancak bunlardan 14’ü olmazsa olmaz. Üç ayrı kategoride toplanan bu 14 olmazsa olmazın gerçekleşebilmesi içinse eşitlik hedeflerini açıkça belirleyen, paylaşan ve ölçen farklı bir liderlik takımına ihtiyaç var.
- Cesur Liderlik
- Farklılıkların kabullenilmesine dair hedefler/amaçlar şirket dışında da paylaşılır.
- Kadın-erkek eşitliği yönetim için öncelik teşkil eder.
- Kadın-erkek arasındaki maaş farkının giderilmesi için şirket net bir hedef belirlemiştir.
- Geniş Kapsamlı Aksiyonlar
- Şirket bünyesinde kadınların işten ayrılmamalarını ve yükselmelerini sağlayacak ortamlar yaratılmıştır.
- Kurumda yalnızca kadınlara ait olan güçlü bir kadın çalışan ağı bulunmaktadır.
- Kurumda hem kadınlara hem de erkeklere ait olan güçlü bir kadın çalışan ağı bulunmaktadır.
- Erkeklerin ebeveyn izni almaları teşvik edilir.
- Güçlendirici Çalışma Ortamı
- Çalışanlardan hiçbir zaman kılık kıyafetlerini şirket kültürüne göre değiştirmeleri istenmez.
- Çalışanların yaratıcı ve yenilikçi olmaları teşvik edilir.
- Uzaktan çalışma uygulamaları yaygın bir şekilde uygulanmaktadır.
- Şirket, yetkinlikleri güncel kılan eğitimler sağlamaktadır.
- Çalışanlara, yurtdışı veya uzun mesafeli seyahatlere alternatif olacak sanal toplantı seçeneğinin sunulur.
- Kişisel ya da ailevi sorumlulukları olduğunda, çalışanlara evden çalışma imkanı sağlanır.
- Taciz vakaları dahil olmak üzere cinsiyet eşitliğine aykırı hareket ve tutumların olması durumunda çalışanların şikayetlerini rahatça bildirebilecekleri bir ortam yaratılmıştır.
Şirketlerde eşitlik kültürünü besleyecek bu 14 faktörü hayata geçirebilmek için CEO’nun sosyal konularda kamuoyu önünde tavır almaktan korkmayan cesur liderlik göstermesi ve şirketlerin, kadınların yükselmesine yardımcı olacak politika ve programlarla ilgili kapsamlı aksiyon alması gerekiyor.
Araştırma, bu 14 faktörün tümünü uygulayan şirketlerde kadınların 5 kat daha hızlı üst yönetim ve direktör seviyesine geldiklerini, dahası erkeklerin de benzer pozisyonlara 2 kat hızlı terfi ettiklerini ortaya koyuyor. Bu 14 faktörün uygulanması, kadın ve erkek çalışan arasındaki ücret uçurumunu da daraltıyor. Araştırmanın bulgularına göre kadınlar, çalışacakları şirketleri tercih ederken eşit ücret ve cinsiyet çeşitliliğinin yanı sıra şirkette en az bir üst düzey kadın yönetici bulunmasını da önemsiyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.
Mar 19, 2018 | Yazı içeriği
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 2012 yılında başlatılan bir girişim olan Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nın (SDSN) hazırladığı 2018 Dünya Mutluluk Raporu’na göre dünyanın en mutlu ülkesi Finlandiya oldu.
Geçen yıl ilk sırada yer alan Norveç ikinci sıraya geriledi. Finlandiya ve Norveç’i sırasıyla Danimarka, İzlanda, İsviçre, Hollanda, Kanada, Yeni Zelanda, İsveç ve Avustralya takip etti.
156 ülkenin yer aldığı raporda Türkiye, mutluluk sıralamasında geçen yıla göre 5 sıra gerileyerek 74’üncü sırada yer aldı.
Rapor; gelir, sağlıklı yaşam beklentisi, sosyal destek, refah seviyesi, özgürlük ve güven olmak üzere 6 faktörü ölçüyor. Diğer yıllardan farklı olarak bu yıl raporun özel bir odak noktası da göçmenler oldu. Finlandiya, göçmen mutluluğu sıralamasında birinci oldu. Genel sıralamada 24. olan Meksika, göçmen mutluluğu sıralamasında 10. sırada yer aldı.
Amerika Birleşik Devletleri, geçen yıla göre bu yıl 4 sıra gerileyerek listeye 18. sıradan girdi. Columbia Üniversitesi Yer Bilimleri Enstitüsü Direktörü Prof. Dr. Jeffrey Sachs, ABD hükümetini uyardı. “Obezitenin doğurduğu sonuçlar, madde bağımlılığının artması ve tedavi edilemeyen depresyonlar sebebiyle ABD’nin mutluluk sıralaması düşüyor” dedi.
Rapora göre; Burundi listenin en sonunda yer alırken; onu sırasıyla Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan, Tanzanya, Yemen, Ruanda, Suriye, Liberya, Haiti ve Malavi izledi.
Mar 12, 2018 | Yazı içeriği
Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi tarafından her yıl gerçekleştirilen “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”nın 2018 sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre 2018 yılında kadının en büyük sorunu: ‘Şiddet’. İkinci sırada ‘işsizlik’; üçüncü sırada ise ‘eğitimsizlik’ geliyor. Kadının toplumda yaşadığı en büyük dördüncü sorun ise ‘sokakta baskı ve taciz’. Türkiye’de kadınlık ve erkekliğe atfedilen özelliklerin ülkedeki aile, çalışma ve siyaset dünyasındaki yansımalarını değerlendiren araştırma birçok çarpıcı veriyi ortaya koyuyor.
Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”nın 2018 yılı sonuçları, 6 Mart 2018 Salı günü Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü’nde, Kadir Has Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. Mary Lou O’Neil ve Kadir Has Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aslı Çarkoğlu’nun sunumlarıyla gerçekleşen bir basın toplantısıyla paylaşıldı.
“Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”, Şubat ayında 23 ilde, kadın ve erkek bin 205 kişi ile gerçekleştirildi.
En büyük sorun şiddet diyenlerin oranı %61
Türkiye genelinde kadınların en büyük sorunu yüzde 61 ile “şiddet” oldu. Araştırma yapıldığından bu yana en önemli sorun olarak belirtilen şiddet, giderek daha fazla bireyin sorunlar listesinde 1 numaraya oturuyor. Oran 2016’da yüzde 53, 2017’de ise yüzde 55 idi. Bu yıl ise yüzde 61’lik bir kesim tarafından “Kadının 1 numaralı sorunu” olarak belirtildi.Toplum, özellikle kadınlar,kadına yönelik şiddetle mücadele politikaları üretilmesinitalep ediyor.
Toplumda fikir birliği: ‘Aile içi şiddet boşanma sebebi’
Araştırmada ortaya çıkan bir başka çarpıcı sonuç ise boşanma ve şiddet ilişkisi konusunda oldu.Katılımcıların yüzde 72’si aile içi şiddetin boşanmak için yeterli bir sebep olduğu konusunda fikir birliğine ulaştı.“Erkek, ailenin dirlik düzeni için zaman zaman şiddete başvurabilir” seçeneğine olumlu yaklaşan katılımcıların oranında ise düzenli bir düşüş sözkonusu.Oran 2016 yılında yüzde 14; geçen yıl ise yüzde 11 idi. Bu yıl bu ifadeye olumlu bakanların oranı yüzde 5’e düştü.
Kadınlar kadın lider istiyor, kadın sorunlarına yaklaşım oy verme eğilimlerini etkiliyor
Ankette geçen yıl ilk kez sorulan “Bir kadın sizin görüşlerinizi savunan bir partinin lideri olsa, o partiye oy verir misiniz?” sorusuna kadın katılımcıların yüzde 81’i“evet” demiş;erkek katılımcılarda aynı oran yüzde 73 olmuştu. Bu yıl rakamlarda artış var. Aynı soruya bu yıl kadınlar yüzde 85, erkekler yüzde 74 oranında “Evet” dedi. “Diyelim ki bir seçim sezonunda çok benzer özelliklere sahip bir erkek ve bir kadın cumhurbaşkanı adayı var, hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna geçen yıl kadın katılımcıların yüzde 63’ü, bu yıl ise yüzde 70’i “Kadın adayı tercih ederdim” dedi. Erkek katılımcıların yüzde 30’u da kadın adayı tercih edeceği yönünde cevap verdi. Geçen yıl bu oran yüzde 36 olarak gözlemlenmişti.
Yerel veya genel seçimlerde oy verilecek partinin diğerlerine göre daha fazla kadın aday göstermesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele edeceğini vadetmesi oy verme eğilimlerini etkiliyor. Bir partinin seçimlerde daha fazla kadın aday göstermesi geçen yıl yüzde 30, bu yıl ise yüzde 36’lık bir kesimin desteğini alıyor. Partinin kadına yönelik şiddete karşı çalışacağını söylemesikadınlar için büyük önem taşıyor. Kadın seçmenin yüzde 58’i bu vaadin oy verirken etkili olacağını belirtiyor. Oranda geçen yıla göre yüzde 10’luk artış gözlemleniyor.
Kadınların yüzde 28’i aktif olarak çalışıyor, yüzde 46’lık bir kesim hayatında hiç çalışmamış
Kadının çalışma hayatındaki varlığının da sorgulandığı araştırmada ortaya çıkan sonuç, yüzde 28’lik bir kesimin şu anda aktif olarak çalıştığını gösterdi. Katılımcıların yüzde 35’i geçmişte çalıştığını, yüzde 46’sı ise hayatında hiç çalışmadığını ifade etti. “Kadınların iş hayatına katılımı ülkenin refahı açısından gereklidir” ifadesine katılma oranı kadınlarda yüzde 84; erkeklerde ise yüzde 73 olarak gerçekleşti.
İmam ve Müftülerin Resmi Nikah Kıymasına Hayır Dedi
Resmi nikahın imamlar veya müftüler tarafından kıyılması konusunda erkekler kararsız kalırken, kadınlar “hayır” dedi. Erkeklerin yüzde 49’u “hayır”, yüzde 52’si ise “evet” dedi.Kadınların yüzde 64’ü “hayır” diyerek bu yetkilendirmeyi onaylamadıklarını gösterdi.
Toplumsal cinsiyet algısı güçleniyor
Araştırmanın verdiği sonuçlardan biri de eşitlikçi toplumsal cinsiyet algısının güçlenmesi. Kadın ve erkeklerin kamusal ve özel hayatta eşit hak ve duruşlara sahip olmaları konusundaki tutumlar genelinin ölçüldüğü araştırmada; hem kadın hem erkekler arasında eşitlikçi toplumsal cinsiyet algısının güçlendiği gözleniyor. Ancak bu artışın genelde kadının kamusal alandaki hakları ve duruşu ile sınırlı kalıp, özel hayata yansımaların daha geride kaldığı görülüyor. Bir çeşit “muhafazakar feminizm” yükselişinden bahsetmek mümkün. Örneğin kürtaj, ev ve çocuk bakımında eşit sorumluluk paylaşımı, evlilik dışı çocuk sahibi olmak veya birlikte yaşamak gibi konularda tutumların olumsuzlaştığı görülürken, özellikle çalışma hayatına kadınların katılımı ve ekonomik özgürlükleri konusunda eşitlikçi tutumların arttığı gözlemleniyor.
Kaynak: Hürriyet Gazetesi
Şub 26, 2018 | Yazı içeriği
Ankara 6. İdare Mahkemesi, ‘oynak’, ‘taze’, ‘müsait’, ‘yollu’ gibi kelimelerin argo anlamlarının kadını aşağıladığı, küçük düşürdüğü gerekçesiyle Türk Dil Kurumu (TDK) sözlüğünden çıkarılmasına karar verdi.
Halkevleri Eşbaşkanı Dilşat Aktaş, 2015’te TDK’nın yayınladığı Türkçe sözlüklerde ve internet sayfasında, ‘müsait’, ‘boyalı’, ‘yollu’, ‘taze’, ‘kötüleşmek’, ‘oynak’, ‘kötü yola düşmek’, ‘teslim etmek’, ‘esnaf’, ‘serbest’ gibi kelimelerin argo anlamlarının cinsiyet ayrımcılığına dayalı aşağılayıcı ve küçük düşürücü ifadeler içerdiğini belirterek, argo karşılıkların sözlükten çıkarılmasını talep etti.
TDK, başvuruyu reddetti. Aktaş da avukatı Sevinç Hocaoğulları aracılığıyla TDK’nın ret kararının iptali için Ankara 6. İdare Mahkemesi’ne dava açtı.
Mahkeme oy çokluğuyla, bu sözcüklerin argo anlamlarının sözlükten çıkarılmasına karar verdi. Kararda, “Toplumsal cinsiyetçilik içeren kelime yapılarına çalışmalarında yer vermemesi, davalı idarenin uluslararası ve ulusal normlardan kaynaklanan görevidir.
Dava konusu kelimelerin argo anlamlarının, Türkçe’nin ticari hayatta, kitle iletişim araçlarında, eğitim ve öğretim kurumlarında ve sosyal hayatın diğer alanlarında doğru ve güzel kullanılması hususunda öncü görevi üstlenen Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ve internet sayfasında yer almasının hukuka uygun olmadığı sonucuna varılmıştır” denildi.
KADIN ÜYE KARŞI ÇIKTI
Mahkemenin iki erkek üyesi kadını aşağıladığı, küçük düşürdüğü savunulan argo anlamların sözlüklerden çıkarılması yönünde oy kullanırken, mahkemenin kadın üyesi ise karşı çıkarak karşı oy yazısı yazdı.
Kadın üye, karşı oy yazısında “Bu ifadelerin kadınlara ayrımcılık yapmak gibi veya söz konusu ifadeler ile kadına şiddet uygulanmasına zemin hazırlanması gibi bir amaç güdülmediğinden tesis edilen dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı görüşü ile aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyorum” dedi.
Kaynak: Hürriyet Gazetesi